İsmail Kulakçıoğlu
Türkiye’de Hristiyanlar’ın ibadet ihtiyacının karşılamaları, ana hatlarıyla, iki yoldan gerçekleşmektedir. Birincisi kişiler üzerinden anayasal hakların kullanılmasıyla ibadet mekanları oluşturulur; ikincisinde vakıf ya da dernek olarak Sivil Toplum Kuruluşu (kısaca: STK) olarak ibadet mekanları oluşturulur. Her iki seçenekte Hristiyanlar Dini Kuruluş olarak kabul edilmemektedirler. Böyle bir durum Hristiyanların İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin temel ilkelerinden biri eşitlik hakkının ihlaline, T.C. yasaları önünde idari sorunlara, dolayısıyla hoş olmayan hak kaybına neden olmaktadır.
Cumhuriyet döneminde, Lozan Antlaşması’na bağlı Cemaat Vakıfları dışında, Hristiyanlar kendilerini Dini Kuruluş olarak ifade edememiştir. Tercih edilmese de işlemler zorunlu olarak şahıslar üzerinden yürütülmüştür. Bilindiği gibi elektrik, su, tapu vb. resmi işlemlerin din adamları ya da kilise cemaatlerinde güvenilir kabul edilen şahıslar üzerinden yapılması sonuçta şahısları ilgilendirmektedir. Kiliseye ait bir mülk şahıs üzerindeyse, şahıs vefat ettiğinde doğal olarak yasal mirasçıları ailesi olmaktadır. Cemaatsizleştirilen kiliselerde vefat eden şahsın akrabası yoksa mülk devlete kalmaktadır ya da kurnazların eline geçmektedir.
Yapılan yasal düzenlemelerle 2004 yılından sonra diğer inançlara olduğu gibi Hristiyanlara da tüzel kişilik olarak örgütlenme hakkı vermesine karşın, günümüz yasaları çerçevesinde Hristiyanlar’ın Dini Kuruluş olarak tanınmaları açısından yetersizdir. Kendilerini Dini Kuruluş olarak ifade edemeyen Hristiyanlar Müslümanlar karşılaştırıldığında:
a) Toplumda eşit değildir; çünkü Müslümanlar Diyanet İşleri başkanlığında Dini Kuruluş olarak örgütlenme hakkına sahipken Hristiyanlar bu hakka sahip değildir.
b) Müslümanlar ibadet yeri sorunu yaşamazken, Hristiyanlar Dini Kuruluş olmamalarına bağlı olarak ibadet yeri sorunu yaşamaktadırlar. Protestan Kiliseler Derneği 2023 Hak İhlalleri İzleme Raporu’unda Protestan toplumunu ibadet yeri sorununa değinilerek “Kamu kurumlarının bu baskıyı daha artırmak yerine oradaki küçük Hristiyan toplulukları koruyucu ve kolaylaştırıcı rol üstlenmeleri insan haklarına ve devletin temel görevlerine daha uygun düşecektir”[1] görüşüne yer verilmiştir.
c) Hristiyanlar’ın Dini Kuruluş olarak tanınmamaları adil değildir. Bu da hukukun temel prensibi adalet ilkesine taban tabana zıttır. Türkiye’de Hristiyanlar’ın kendilerini Dini Kuruluş olarak ifade edememelerine bağlı mağduriyetin girdirilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Sonuç:
Türkiye’de ibadetlerini yerine getirme mekanına sahip olma açısından Hristiyanlar ile Müslümanlar karşılaştırıldığında, Hristiyanlar’ın Müslümanlar ile eşit haklardan yararlandığının söylenmesi gerçekçi değildir. Böyle bir durum Türkiye’de Hukukun Üstünlüğü ilkesini gölgelemektedir.
Hristiyanlar’ın Dini Kuruluş olarak tanınmamaları açık şekilde hak kaybına neden olmaktadır. Hristiyanlar’ın Dini Kuruluş olmamalarına bağlı hak kaybının giderilmesi için ivedilikle gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edin!
Facebook: @hakveinsan
İnstagram: @hakveinsan.tr
[1] 2023 Hak İhlalleri İzleme Raporu,” Protestan Kiliseler Derneği, 4-5.